Örnekler Üzerinden Temel Estetik Kuramları – II

Yazar: Zeynep Bozoğlu
Asırlar boyunca birçok uygarlık kendi yazın hazinelerine başvurarak bazı kültürel değerler keşfedip uygulamıştır. Bu düşüncelerini semboller, referanslar ve şiirsel yazın ile aktarmışlardır. Sanat felsefesi ve estetik alanındaki genel kanı, bunların Batı kültürüne ait değerler olduğudur. Oysa farklı kültürlerin sanatında düşünsel bir arka plan ya da estetik olmadığından söz edilemez. Düşüncenin ancak mantıksal tartışmalar aracılığıyla aktarılabileceği düşünülürse ve üzerine kat kat bilgi koyarak büyüyen, gelişen, sorgulanan bir yapı önemsenirse, işte bu koşulları sağlayan Batı kültürüdür. Sanat felsefesinin, estetiğin ve ahlakın gelişme gösterdiği yerler, bilimsel düşünce ve modernleşmenin geliştiği coğrafyalardır. Akıl, bilim, teknoloji geliştikçe eş zamanlı olarak sanat ve felsefe de gelişme gösterir. Batıyı, Doğu toplumlarına göre farklı kılan budur. O nedenle bu mantıksal yapının, evrensel ve bilimsel yaklaşımı nedeniyle biz de burada Batılı Sanat Kuramları üzerine duracağız.
Erken Yunan döneminden bu yana sanat kuramları toplumların sosyal ve politik değer yargılarına göre belirli yönleri öne çıkarılarak sanat tek bir ölçüt, tek bir kuram ya da akım üzerinden yorumlanmıştır. Bunları tek tek ele almak yararlıdır ve izleyene bir bilgi birikimi sağlar ancak asıl kavranması gereken önemli nokta sanatın, günümüze kadar biriktirerek getirdiği bütün bu kuramların bir eserde farklı oranlarda barındıracak nitelikte ve çok yönlü olduğunu kavramaktır. Hiçbir sanat eseri tek bir yönüyle değerlendirilip sanat mertebesine yükselmez. Genelde sanat olarak deneyimlenen eserler birçok değeri bir arada barındırırlar. Metafor yapacak olursak Sanat Kuramları bizim periodik tablomuzdur diyebiliriz. Çeşitli kuramlardan oluşan bir periodik tablo. Bu Periyodik tabloda 8 grup element vardır (Metaller, Ametaller, Alkali Metaller, Karbon Grubu, Azot Grubu, Halojenler, Soygazlar vb.). Bu 8 ana grubun altında birçok alt eleman vardır. Temel Estetik Kuramlarına baktığımızda 4 grup ana kuram vardır. Ayrıca bir sonraki yazıda görüleceği üzere alt grup kuramlar diyebileceğimiz çoklu kuramlar mevcuttur. Bütün bu kuramların /elementlerin farklı oranlarda bir araya gelişleri tıpkı elementlerin doğamızı meydana getirdiği gibi sanat dünyasını meydana getirirler. Bu kuramlar sanatın yapısal yanını tanımlarken sanatsal düşünce ve sanatçı kimliği tarihsel birikimler kadar güncel olanı da yansıtır. Sanat eseri tarihsel olanı yansıttığı gibi geleceğe dair olması gerekeni de vurgular. Bu anlamda sanat, barındırdığı düşünsel ve anlamsal unsurların tümüyle dünü, bugünü ve yarını ifade eder. Böylece, bir eser yapısal unsurların yanı sıra düşünsel ve tarihsel unsurları da barındırır.
Bir eserde bunlar farklı oranlarda ortaya çıksa da örtük olarak başka değerleri de içinde barındırırlar. Çoğu zamanda onu algılayan kişinin yargılarına, ya da içinde bulunduğu kapsamın baskın değeri neyse o açığa çıkar ve onun üzerinden yorumlanır. Sanat algı, görme ve bakış üzerine gelişir. Bu unsurlar değişme ve gelişme gösterdiğinde ya da tam tersine gerileme içine girdiğinde sanatsal değerlendirmeler ve yorumlar da farklılaşacaktır.
Bir resim bir nesneyi temsil ettiğinde, izleyen tarafından o nesnenin kendisini görüyormuş deneyimi yaşanır. Ancak aynı nesne farklı akımlarda, farklı kültür ve zaman dilimlerinde birbirinden çok farklı şekillerde resmedilirler. Bir Resmin başarılı sayılması için sadece resmedilen nesneye ne kadar benzediği önemsense ve bu doğrultuda resimler yapılsa birbirini tekrar eden resimleri görmekten öteye gidilemez. O zaman ne insan, tarih ve toplum, içinde yaşanılan çağın ve toplumun, bilgi biriktirmenin, ne de kültürün hiçbir önemi kalmazdı. Toplumsal gelişme ve modernleşme, aklın özgürlüğü ve bilimin gelişmesi adına önemli unsurlardır. Bilinç gelişimi bu unsurların özgürce gelişmesine bağlıdır. Tarihin bu ilerici hareketi bilgi üzerindeki hegemonyayı etkisiz kılar. Bilgi, ancak özgür düşünen kafaların içinde değerini bulur. Böyle kapalı, durağan ve tekrarlı bir bakış hareketsiz ve çürümeye mahkumdur. Oysa hayat durağan değil devingendir. Bu hareket insanların, bilginin, toplumların olduğu gibi elbette sanatın da gelişimi için önemlidir. Bu hareket olgusu nedeniyle sanatın farklı dönemlerinde birbirinden çok farklı resimler üretilmiştir. Böylece sanatsal düşünce ve sanatçı kimliği tarihsel ve toplumsal gelişmenin dinamiği içinde özgür bir hareket alanı yakalar. Bunun olmadığı yerde ve zamanda sanat ve sanatçı, ancak taklitçi ve kurumlarla iş birliği içinde kendine yer edinir.
Realist bir resim bir nesneyi temsil ettiğinde, nesnenin kendisini görüyormuş deneyimi yaşanır, bu durumda izleyenin o resmi algılamasını kolaylaştırır. Fakat bir resim bir nesneyi temsil etmediğinde izleyen ne deneyimlenecek peki? Bu yazımız bu sorunun cevabını aramak üzere hazırlandı. Ancak öncelikle kavram ve kuramın ne olduğuna değinmek yararlı olacaktır.
Kavram, nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bunları ortak bir ad altında toplayan zihindeki soyut ve genel tasarımıdır. Örneğin, ağaç, insan, şehir, sevgi gibi doğa, toplum ve insanla ilgili bir varlığı veya özelliği bildiren kelimedir kavram. Kavramların sözle ifadesine ise terim adı verilir. Terimler, varlıkları işaret eden etiketlerdir; onları ancak gösterebilirler. Onları anlamamız için içeriklerinin veya kavramlarının bilinmesi gerekir. Herhangi bir şeyin iyi anlaşılması için ise kavram ve terim bütünlüğü içerisinde ele alınması gerekir.
Kuram veya teori, birtakım olguları ve olgusal ilişkileri açıklayan kavramsal bir sistemdir. Kuram, bir “açıklama”aracıdır ve tek tek olgulardan çok, olgu türlerine, daha doğrusu, olgular arasında saptanmış ilişkilere yönelik bir açıklamadır. Gözlemciye kendini kabul ettirecek kesin ve açık olgular olmadığı için, biz gerçekliği, ancak onu temsil eden kavramlar aracılığıyla algılarız. Kuramlar ise, bir bakış açısını, gerçekliğin bir yorumunu içerdiği için, aynı olguyu açıklamaya yönelik farklı ve çok sayıda kuram inşa edilmiştir. Örneğin, sanatın önemli konularından birini oluşturan “gerçeklik” kavramını açıklamaya yönelik çok sayıda kuram vardır. Toplam dört yazıdan oluşan bu yazı dizimizde bahsi geçen sanat kuramlarını örnekler üzerinden açıklamaya çalışacağız.
Önceki yazımızda kısaca temel estetik kuramlarından söz etmiştir. Bu yazımız bir öncekinin devamı niteliğindedir ancak aynı konuyu görseller üzerinden örnekleyerek anlatmaya devam ediyoruz. Öncelikle temel estetik kuramlarının neler olduğunu tekrar ederek hatırlayalım.
Temel Estetik Kuramları
- Realist Kuramlar; yansıtmacı-betimleyici-mimesis (Sanat doğanın taklidi)
- Formalist Kuramlar; biçimci-yapısalcı (Sanat sanat için)
- Ekspresyonist Kuramlar; anlatımcı-ifadeci-dışavurumcu (Sanat duygularımı aktarmak için)
- Fonksiyonelci Kuramlar; işlevselci-fonksiyonel-utilitarist (Sanat toplum için)
Realist Kuramlar / Mimetik Kuramlar
Mimesis, taklit etmekten gelen bir sözcüktür. Kavram olarak, sanatın temelde bir kopya, bir taklit olduğu düşüncesiyle ilgilidir. Mimesis izleyenin ve izlenenin birleşmesi, kimlik sınırlarının yok olarak kendi varlıklarına ait sınırlarının bir birilerine açılması ya da algı yaşantısında bir şeyin tekrar tekrar yaratılmasıdır, bu süreç içinde yeniden yaşanmasıdır. Bergson’a göre bir şeyi okumak, anlamak ya da bir edebiyat metninde birinin duygularını okumak, onları yeniden yaratmak ve yaşamakla mümkündür.
Genel kanıya göre bir tasvir temsil ettiği şeye ne kadar benziyorsa o kadar gerçekçidir. Bir tasvir bakanın çabuk ve kolay bir şekilde neyin resmi olduğunu anlamasına izin verir. Bu türden resimlere realist resimler denir ve Realist Kuramlar çerçevesinde değerlendirilir.
Rönesans, Maniyerizm, Barok, Rokoko, Neoklasizm ve Realizm gibi akımlar Realist kuramlar olarak değerlendirilir. Bu akımları Realist kuramlar çerçevesinde resim ve heykel örnekleri üzerinden okumaya çalışalım. Bu okumaların biçem üzerinden olduğunu hatırlatalım. Oysa sanat tarihi görünenden ibaret değildir. Az sonra değineceğimiz çalışmaların kendi tarihsel dönemleri içinde nasıl anlamlar içerdiği ya da anlamsal olarak ne tür okumalar yapılabileceği üzerinde durmuyoruz.
Yansıtmacı anlayış bir nevi ayna gibidir ve olanı gösterir. Anlatımcı/betimleyici yaklaşım ise olanı biraz ilavelerle hikayeleştirir, var olanın içinde bizi biraz dolaştırır ve öylece anlatır. Mimesis kavramı ise görünen doğanın, nesnenin taklit edilmesidir. Bütün bunlar realist kuramlardır. Sanat tarihine baktığımızda aralarında var olan farklara rağmen bu realist/natüralist yaklaşımların 15. ve 19. yüzyılları arasında devam ettiğini görüyoruz. Tam 400 yıl boyunca doğaya, çevremize ya da kişilere bakıp bütün bunların görünen dış gerçekliğiyle ilgilenilmiş ve bu doğrultuda resim ve heykeller yapılmıştır. Hatta Antik dönemden itibaren dış görünüş ya da görünen doğa ile ilgilenilmiş, görünen doğa gerçek kabul edilmiş ve bu yönde eserler üretilmiştir.
- Giovanni Bellini, Çayırdaki Madonna, y.1505.
- Michelangelo, Musa, II. Julius’un mezarı, yak. 1513-45.
- Yaşlı Pieter Bruegel, Hasat Zamanı, i565.
Rönesans
Rönesans dönemi ressamlarından Giovanni Bellini’nin Çayırdaki Madonna tablosunda görüldüğü üzere figürlerin anatomisinden giysilerinin kıvrımlarına kadar betimlenen her şey bizim için çok tanıdık. Çıplak gözümüzle görebildiğimiz her şeyi resimlerine yansıttıklarını görebiliyoruz.
Michellangelo’nun Musa heykelinde de benzer bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Musa’nın bütün beden detayları ayrıntılı bir biçimde çalışılmış ve üzerindeki giysinin kıvrımları, kumaşın dökümleri algılanmakta ve mermerden olmasına rağmen bize o gerçekliği, çevremizde gördüğümüz dünyayı, reel uzayımızı ve onun içindeki nesneleri gördüğümüz gibi yansıtmaktadır.
Rönesans döneminde resim heykel çalışmalarının konuları arasında dini betimlemeler sıklıkla yer alır. Bunun yanı sıra hümanizmin de etkisiyle insan önem kazandığından portre çalışmaları ve doğa betimlemeleri yeni konu başlıkları olarak işlenmeye başlanır. Resimler genellikle iç mekanda resmedilir. Ayrıca bu resimlerde dışarıyı gösteren bir arka plan ya da dışarıya açılan bir pencere belirli bir bakış açısı oluşturmak üzere mutlaka işlenir.
Rönesans döneminin en önemli kompozisyon ilkelerinden biri o dönemde kozmolojik düzenin önemsenmesi nedeniyle kompozisyondaki kurgusal oranlardır. Rönesans’ın anlatımcılığı, konu seçimi ya da realist bakış açısının ya da betimlemesinin ötesinde dönemin sanata ve resim yüzeyine olan en önemli bakışı bunu dünyanın yatay gerçekliği ile değil, yükseklere çıkarak dünyanın dışında kozmoloji ve kozmolojik düzen ile ilişkilendirildiği bir resim düzeni arayışı içinde olunduğudur.
Bruegel, Rönesans döneminin halkçı gözüdür. Realist/Naturalist betimleme anlayışına göre resimler yapsa da dönemin diğer ressamlarından kendisini ayıran en önemli özelliği resimlerinin konularını halkın arasından seçmesidir. Bruegel bu yönüyle dönemin ressamlarından ayrılır.
- Hieronymus Bosch, Dünyevi Zevkler Bahçesi triptiği, sol pano Cennet Bahçesi, orta pano Tufandan Önce Dünya, sağ pano Cehennem, yak. 1505.
Belirli bir dönemin ya da belirgin bir çağın içinde varoluşumuzu tanımladığımızdan, ne kadar aykırı, izole, içe kapanmacı ve soyut kalmaya çalışsak da hiç kimse içinde yaşadığı zamanın toplumundan, mekanlarından ve ilişkilerinden tam anlamıyla bağımsız kalamaz. Hepimizsosyal bir yapının içine doğarız veya sosyal bir mekanın ilişkileri içinde gelişiriz. Bu sebepledir ki, özgün, sıra dışı, zamanın ve kendi çağının ötesinde fikirleri olanlar dahi yaşadığı döneminin özelliklerini kendilerine içkin olarak barındırırlar. Sanat tarihine baktığımızda nadir de olsa bu içkinliği aşan kişiler/sanatçılar da olduğu görülmektedir. Bunlardan biri de Hieronymus Bosch’tur. Bosch, döneminin ressamları gibi resimlerinde realist/ natüralist bir biçem kullanmış olsa da, yaşadığı dönemin ressamları gibi matematiksel oranların önemsendiği ve hem merkezi hem geometrik yerleştirmeleri olan kompozisyonlar çalışmamıştır. O figürlerini dağınık olarak resmetmiş adeta onları resim yüzeyinin tamamına belli aralıklarla serpmiştir. Anlatımcı yönüne baktığımızda ise gerçek üstü kurgular yaptığını ve sıra dışı imgeler ve sahneler kullandığını görebiliriz.
Barok
Barok, Realist kuramın uygulandığı bir diğer dönemdir. Örnek görsellerden de okunacağı üzere son derece natüralist bir betimleme anlayışıyla resimler resmedilmiş, heykeller ise yontulmuştur. Bu dönemin en belirgin özelliği eserlerdeki belirgin ışık-gölge alanları ve kompozisyonlardaki handiyse teatral denecek hareket olgusudur.
- Velazquez, Las Meninas, 1656.
- Willem Kalf, Natürmort. Yak. 1650*90.
Bu dönemin konuları arasında azizlerin yaşamı, mitolojik hikayeler, varlıklı ailelerin tarihi ve kahramanlık öyküleri yer alır. Bunun yanı sıra portre çalışmaları da resmedilmiştir.
Barok dönemi süslemecidir. Bu dönemde, adeta havalanacakmış izlenimi uyandıran hareketli ve hafif figüratif kompozisyonlar çalışılır.
Bu dönemde, Kraliyet ailesi ve soylu aristokrat kesim sanatçıları himayelerine alırlar. Sanatçılara, saraylarında veya şatolarında barınma ve çalışma olanakları sağlarlar. Bunların karşılığında sanatçılara iş siparişinde bulunurlar.
Barok döneminin gösterişli yaşam tarzı ve buna uygun resim sahneleri, Rokoko dönemiyle birlikte iyice abartılmış ve şaşalı bir süslemeciliğe varan mobilyalar, takılar, elbiseler, mimari yapılar ve süslü yaşam tarzları biçiminde tarih sahnesinde kendine yer açar.
Neoklasizm
Barok ve Rokoko döneminin süslemeciliğine tepki olarak ortaya çıkan Neoklasizm akımında, Roma ve Antik Yunan dönemi sanatının ideal güzellik arayışı yeniden canlandırılmak istenir. Kelime anlamı olarak Neoklasizm ‘yeni klasikçilik’ demektir. Eski Yunan eserlerinden esinlenerek doğayı ya idealleştirerek ya da düzelterek ifade ederler. Aynı zamanda hareket kavramını önemsemişlerdir. Aşağıdaki örneklerde görüleceği üzere Antik dönemin ideal beden oranları, dış dünyaya dair betimlemeler en iyi şekilde gösterilmeye çalışılmıştır. Bu dönemi Antik dönemden ayıran en önemli özellik, iyi bir sanatçının tanımı, ideal oranların ve görünüşün tasviri yanında, tarihi konulara ve kahramanlık hikayelerine yer verilmesidir.
- Antonio Canova, Eros ve Psyche, 1787-93.
- François Boucher, Herkül ve Omphale, yak. 1730.
Dönemin çalışma konuları arasında idealize edilmiş kahramanlık hikayeleri, tabiat, aile hayatı ve aile ilişkileri,iyilikseverlik ve Antik Yunan filozofları gibi çeşitli konular betimlenmiştir.
- Benjamin West, General Wolfe’un Ölümü, yak. 1770.
Romantizm
Romantizm, kurallardan, ölçülerden, formlardan, sınırlayan çizgilerden kurtulma çabasıdır. Sanatçı, kendisini, duygularını ön plana çıkararak, bunları esin kaynağı olarak alır.
- Francisco de Goya, Daha Kötüsü (esto es peor), Los Desastres de la Guerra’dan no. 37 (32), 1812-15.
- Francisco de Goya, Üç Mayıs 1808, 1814.
Romantizm dönemi çalışmalarında yine dış dünyanın betimlendiği görülmektedir. Ancak bu dönemi diğerlerinden ayıran bazı özellikler vardır. Konularını çekicilik, duygusallık, aşırılık, düşsellikten alır ve bunlar dramatik olarak betimlenir. Ayrıca manzara resimleri ve imgesel kompozisyonların yanı sıra yalnızlık, korku ve aşk temaları da işlenir. Romantizm akımını benimseyenler kusursuz ve evrensel olanı değil, özel ve genel olanı yani dünyasal olanı işlerler.
- Theodore Gericault, Medusa’nın Salı, 1819.
Hem Romantizm akımının özelliklerini taşıyan hem de resimlerinde dönemine aykırı izler taşıyan Francisco de Goya, romantik betimlemelerin dışında, 3 Mayıs 1808 olaylarını resmettiği bilinen tablosunda, döneminin çalkantılı ve sancılı sahnelerini belge niteliğinde tarihe dahil eder ve bu tarzda onlarca gravür çalışması gerçekleştirir. Bunlar, yapılan işkenceleri ve engizisyon mahkemelerini betimleyen onlarca gravürdür. Goya’nın resimleri, Realist kuram çerçevesinde ele alınabileceği gibi içerdiği işlevselci yönlerle Fonksiyonelci kuram başlığında da değerlendirilebilir.
- Eugene Delacroix, 28 Temmuz: Halka Önderlik Eden Özgürlük, 1830.
Realizm
Realizm akımı gerçekliği dış dünyanın görünüşünde aramaktadır. Bu akımın saygın temsilcileri, saray ve saray yaşantılarını, dini konuları ya da seçkin kişilerin portrelerini ve doğayı olduğundan daha güzel gösterme çabasına karşı çıkar. Bunun yerine, gerçekliği, konu ve üslup bakımından doğayı ve yaşamı olduğu gibi yansıtmak isterler. O nedenle, konuları hayatın içinden seçmiş ve halkın günlük yaşantısından sahneleri resmetmişlerdir.
Rönesans döneminde yaşayan Brugel Realizm akımından yüzyıllar önce gerçekliği konu almış, yaşamı olduğu gibi anlatmak istemiş ve aristokratların abartılı yaşamlarını konu edinmek yerine köylüleri resmetmeyi yeğlemiştir.
- Jean-François Millet, Çapalı Adan, 1852-62.
Kaynaklar
- Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri
- Hugh Honour / John Fleming, Dünya Sanat Tarihi
- Terry Barrett, Neden Bu Sanat?