Roma: Beş Meksika Gücünde!

Yazar: Hamdi Karaşin
Bu yazı, post-spoiler bir içerik taşımaktadır. Filmin vizyona girdiği tarihten bu güne, bir yıldan fazla bir süre geçti. Yanı sıra, filmin konusu hakkında onlarca yazı ve yüzlerce haber yayımlandı. Üstüne film hakkında sayısız konuşma, sohbet ya da değerlendirme de yapıldı. Bu nitelikleri itibarıyla, şu saatten sonra [Roma] hakkında yazmak ya da konuşmak, filmin hikayesine dair seyir öncesinden ip uçları vermek, artık post-spoiler bir durum olsa gerek. Demek oluyor ki, bu yazının öncelikli görevi; filmin hikayesini anlatmaktan çok, filmin hikayesinden hareketle, kişinin, tarihsel olay ve olgularla ilişkisi ve bu ilişkiden hareketle gelişimini anlatmak olacak… Filme konu olan dönemin Meksika’sına dair çıkarımlar yapılacak… Bu çıkarımlara bağlı olarak filmdeki karakterlerin düşünsel ve davranışsal durumları gözlenecek, kişilerdeki değişime dikkat edilecek…
Başlangıç yerine sonuç:
Filmin vizyon tarihinden bu güne gelen izlek-sürecini, “premier” kabul edersek, artık yazının şu aşamasında, izlek-sürecinin “final” bölümüne geldiğimizi var sayabiliriz…
Bir insan, bir aile, bir şehir, bir ülke, bir kıta ve en sonunda, toplumsal ve ekonomik ilişkilerin hakim olduğu herhangi bir coğrafik kategori, tarihsel koşullardan bağımsız gelişme gösteremez. Tarihsel olay ve olguların her biri, adı geçen kategorilerden birini, birkaçını veya tümünü özgül bağlamına uygun olarak etkiler, yönlendirir ve biçimlendirir…
Tarihsel olay ve olguların, sınıfsal hareket ivmesinin yüksek olduğu konjonktürlerde, adı geçen kategorilerde ve bu kategoriler arasındaki ilişkilerde, değişim veya dönüşüm; hızlı, sert ve kopuşlarla kendisini gösterir… Bunun tam tersi koşullarda ise, tarihin sınıfsal hareket ivmesinin durağan seyrettiği zamanlarda, adı geçen kategorilerde ve bu kategoriler arasındaki ilişkiler bütünü içinde, “ekonomik sancılar” hissedilmeye ve “sosyo-politik gerilimler” birikmeye başlar…
[Roma]da, tarihsel olay ve olgular, hızlı, sert ve kopuşçu koşulların yaşandığı dönemin içinde şekilleniyor. Film, hareket ivmesinin yüksek olduğu koşullar içinde hikayesini anlatıyor. Dolayısıyla film, sarsıcı tarihsel koşulların basıncından etkilenen, kişilerin, bireyin, ailenin ve toplumun dönüşümünü hikayelendiriyor…
“İnsanlar, tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan belirli olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar”(1)
Biriken gerilimler ve yoğun hissedilen sancılar, “değişimi veya dönüşümü” dayatmakta, hatta zorlamaktadır…
Tarihin, hızlı, sert ve kopuşçu dönemine ait koşullar, “sancılı öznelere”; (emekçilere, köylülere, kent yoksullarına, muhalif kadın ve gençlere vd.) bir adım öne geçme fırsatı sunar. “Sancılarını” zihnindeki sorgulamalarla tartışmaya başlayan [özne], “ilacın” yan etkilerini hesaplamadan, değişim yönünde eylemlerini hayata geçirmeye başlar; daha iyi barınma koşulları, daha adil çalışma koşulları, daha özgür ve eşit yaşam koşulları, hakça paylaşım koşulları talep etmeye başlar… [Özne], mevcut iktidar / otorite / baskı odağı vs her ne ise, statükoya karşı bir adım atar; isyanını başlatır…
[Roma], başkaldırı filmi değildir. Ama başkaldırının nüvelerini gösterir… Tarihsel olay ve olguların, değişim ya da dönüşümü dayattığı koşullarda, “hareket ivmesinin” sürtündüğü ilişkiler ya da sarstığı yapılar, mevcut sınıfsal ilişkileri gözden geçirmeye zorlar… Sınıfsal ilişkiler içinde barınan mikro ilişkiler (cemaat, gelenek, aile ve bunlara aidiyeti olan kişiler), mevcut koşullarını, stabil olana karşı dönüştürmek üzere bilinçlenir ve mikro ilişkileri “kendisi için” yeniden düzenler…
“Tarih, kendi amaçlarının peşinden koşan insanın eyleminden başka bir şey değildir.”(2)
Tarihin devrimci atmosferini solumaya başlayan kişi, mevcut koşullara olan başkaldırısını “mikro ilişkiler” ölçeğinden tutup, geliştirerek, toplumsal dinamiklerin dönüştürücü enerjisine bağlayabilmelidir. Bireysel amaçlar ile toplumsal hedeflerin kesiştiği uğrak, bu ilişkilenme halidir. Bireyin özel alanını genişlettiği, toplumsal hareketliliğin de bireyin dar alanına kadar etkisini gösterebildiği uğrak burasıdır; birey toplumsallaşmak için, toplumsal dinamikler de bireysel amaçlar için hedeflerini ortaklaştırır…
Tarihsel değişim süreçlerinde, sınıfsal dinamiklerin etkisiz, sönük ya da belirsiz kaldığı koşullarda, bireyin, kişilerin, kimliklerin veya toplumsal grupların ürettikleri itiraz / red / muhalefet / eleştiri vb herhangi bir müdahaleci nosyon, ancak cürmü kadar yer kaplar(!)… Nev-i şahsına münhasır bir içerikle, sınırlı kalan “değişim arzusu”, soluksuz ve zayıf kalmaya mahkumdur.
[Roma], kişideki “değişim arzusunu” önemsiyor. Dönemin değişim rüzgarlarından olumlu yönde etkilenen kişilerin, özel hayatlarını “yeniden düzenlemelerine(!)” önem veriyor. [Roma], “değişim arzusu”nu özgül bağlamlı bir itiraz tavrı olarak görüyor. Kuşkusuz, kişisel ölçekle sınırlı kalsa da, olumlu yöndeki her türlü “değişim arzusu” değerlidir… Bir hizmetçinin aydınlanması, annenin kadın kimliği konusunda bilinçlenmesi, çocukların “aile dışı hayatın varlığına” tanık olması vb konularda yaşanan bilinçlenme halleri önemlidir.
[Roma], hikayedeki çocuğun görebildiği ve düşleyebildiği kadarıyla, hikayenin yaşandığı dönemi anlatmaktadır. Filmde, sınıfsal dinamikler, kişilerin mücadele alanına doğrudan dahil olmaz. Bunun yerine, sınıfsal dinamiklerin aile içi ilişkilere “sürtündüğünden” söz edilebiliriz; başkanlık seçimi, öğrencilerin özgürlük protestosu, topraksız köylülerin isyanları, devlet ve iktidar baskısı, milliyetçilik vb etkenler… Dolayısıyla, “sürtünme katsayısı” arttıkça, ilişkilerdeki nicelik, niteliksel dönüşüme zemin hazırlayacaktır…
Red zamanlar
- Dünya Savaşı sonrasında yeniden çizilen ekonomik-politik coğrafyada, özellikle Avrupa kıtasında başlayan ve ABD’ye de yayılan, Soğuk Savaş karşıtı muhalefet, kurulu düzene bağlı toplumsal yapı ve ilişkiler içinde barınan birçok şeyin “reddiyesine” hazırlanıyor; anti-otoriter, anti-militarist, anti-muhafazakar, ırkçılık karşıtı, özgürlükçü, feminist vb kimlikler altında toplanan çok sayıda “red” tavrı ortaya çıkıyor. Özellikle, verili ekonomi-politik sistemin tüm üst yapı kurumlarıyla kavgalı olan bir “red” tavrı bu…
“Mayıs 1968’de Fransa’da yaşanan olaylar, dünya kapitalizminin genel siyasi krizinin yoğunlaşmış ifadesiydi. Militan öğrenci gösterileri, on milyonlarca işçinin katıldığı genel grevi tetiklemiş, bu da doğrudan doğruya devlet iktidarını sorgulanır hale getirmişti…
Batı Almanya’da üniversiteler, 1970’li yılların başında radikalizmin ve militan protestoların merkezi olmayı sürdürdü…
ABD’de de işçiler sınırlı bir rol oynadı. Harekete, savaş karşıtı protestolardan eşcinsel haklarına kadar çeşitli kampanyalara katılan öğrenciler, siyah eylemciler ve genç radikaller egemendi. Bu kısmen örgütlü emeğin zayıflığından ama aynı zamanda da savaş, zorunlu askerlik ve ırkçılığın çok temel meseleler olmasından ötürüydü…
Başka yerlerde işçi sınıfı ana sahneye çıktı. İtalya’nın 1969 “sıcak sonbaharı”nda grevler, resmi sendika kanallarının dışında hareket eden sıradan metal işçilerinin başlattığı fabrika işgalleri dalgasıyla birlikte doruğa çıktı…
Britanya’da grevler ve toplu halde grev gözcülüğü yapma eylemleriyle hükümetin ücret kontrolleri ve sendika düşmanı yasaları aşıldı…
Latin Amerika’nın çoğu da karmaşa içindeydi. Salvador Allende’nin devlet başkanı olarak seçilip radikal reforma bağlı bir Halk Birliği hükümeti kurduğu Şili, değişim umutlarının başlıca odak noktası olmuştu…
Uzun süredir iktidarda olan İspanya diktatörü Franco 1975’te öldüğünde, rejim kitle grevleriyle boğuşuyordu…”(3)
Söz konusu döneme ait yıllar içinde, sınıflar arası mücadelenin değişik coğrafyalarda, farklı siyasal ve örgütsel tarzlarda, fakat benzer başlıklar ya da programlar altında, muhalefet dinamiği oluşturduğunu görüyoruz. Dünyayı çalkalayan bir “red” tavrı bu. Bu tavır, kimi ölçeklerde iktidarlar üzerinde baskı oluşturuyor, kimi yerlerde toplumsal muhalefetin direncini artırıyor, kimi bölgelerde ulusal / yurtsever nosyonları öne çıkarıyor. Sonuç olarak bu dönem, sınıflar arası mücadelenin farklı boy ve içerikte olan muhalefetine tanık oluyoruz.
“Ne var ki, Marksist teorisyen Chris Harman’ın “son yangın” dediği, küresel ölçekli 1968 – 75 siyasi krizi, hiçbir yerde başarılı devrimle sonuçlanmadı: Ne Fransa, Şili, Portekiz’de, ne de elbette Almanya, ABD ve Britanya’da.
Kriz iki yoldan biriyle çözüldü: Kanlı bir baskıyla ya da (daha sıklıkla) özenle planlanmış bir pasifleştirme stratejisiyle. Her iki durumda da yönetici sınıfın, hareketi bozguna uğratıp sistemin istikrarını yeniden sağlama şansına sahip olmasında, Solun siyasi kafa karışıklığı ve hatası büyük önem taşıyordu.” (4)
Faulkner’in sol harekete dair vardığı sonucu, başka bir yerde ve zamanda tartışmak üzere bir kenara not ettikten sonra, [Roma] filmine gelecek olursak; yukarıda fotoğrafını verdiğimiz “dünya hali” filmdeki hikayenin anlatıldığı dünyayı resmediyor… Yönetmenin, çocuk yaşlarda kendi gözleriyle gördükleri yanında, ayrıca göremediği ve henüz vakıf olamadıklarını da düşününce; dönemin Meksika’sında da sınıflar arası çelişkilerin çatışmalı düzeye vardığını, köylülerin toprak isyanlarını, öğrencilerin özgürlük ve demokrasi taleplerini, kadın kimliğinin politikleştiğini anlayabiliyoruz…
[Roma], seyirciyi, o gününün dünyasından Meksika toplumsallığına ve oradan da ülkenin politik hareketliliğinin merkezine sürüklemese de en azından kıyısına kadar çekiyor… Aile içindeki ilişkilerin, bu ilişkilerdeki dönüşümün üzerinde dolaylı da olsa, ülke siyasetinin etkisi olduğu belli oluyor. Meksika’da yaşanan toplumsal ve politik çatışmalar, o gün için ülkeyi refah, adil, demokratik ve özgürlükçü bir düzeye taşımamış olsa da, filmdeki ailenin bu dönemin içinden “aydınlanarak” çıktığını söyleyebiliriz… Özellikle hizmetçi Cleo’nun aydınlanması ve annenin kadın kimliğinde yaşadığı özgürleşme hali, o günün dünyasından ve Meksika’sından aileye etki eden olumlu faktörler… Buna rağmen film, politik bir katliamın içinde hikayesine başlıyordu;
“Baskı Latin Amerika’da kuraldı. İlk olarak 2 Ekim 1968’de Meksiko’da denendi. Olimpiyat Oyunları’nın başlamasına on gün kalmışken Meksiko’nun otoriter tek parti rejimi, hiçbir şeyin dikkatleri devlet destekli bu gösteriden uzaklaştırmasına izin vermemeye yeminliydi. Ayrıca Meksikalı öğrencilerin protesto hareketini, toplumun geneli üzerinde radikalleştirici bir etki yapmadan yok etmeye de kararlıydı. O gün düzenlenen kitlesel bir gösteri, şehir merkezinin en büyük meydanında 5000 polis tarafından kuşatıldı. Ateş açma emri verilen polis en az 100 kişiyi öldürdü. Yüzlercesi yaralandı ve tutuklandı. Bir günlük devlet terörü, tüm protesto hareketini dağıttı.” (5)
Meksika
1980 sonrasında, “Yeni Dünya Düzeni” adıyla, içeriğini olmasa da retoriğini değiştiren kapitalizm, serbest piyasa ekonomisi politikalarıyla neo-liberal programlar kurgulamaya başlar. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, kapitalizmin tarihsel ihtiyaçlarını senaryolaştırarak, bu senaryoları hayata geçirecek oyuncular ve sahneler bulmaya çalışırlar.
Bu dönemin Meksika’sı da, söz konusu senaryoların sahneleneceği ve yeni oyuncuların bulunacağı bir “plato” olur. 1994 yılında kurulan NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması), Meksika’daki neo-liberal dönüşümü yönlendiren bir organizasyondur; topraktan geçinen köylülerin kaynakları kısılır, emekçilerin gelirleri ve hakları daraltılır, kamu hizmetleri ve mal üreten kamu kuruluşları satılığa çıkarılır, yabancı sermayenin ayrıcalıkları artırılır…
“Diğer taraftan, gittikçe artan gelir dağılımı bozukluğu, eğitim ve tarım alanına yapılan yatırımların durmadan gerilemesi dönemin diğer özelliğidir. Zaten, sanayide düşük ücret-yüksek sömürünün sınırına gelinmesi, desteklenmeyen tarım üretiminin gerilemesi sonucu kalabalıkların büyük şehirlere göçü ve içe kapalı ekonominin dış açıklarının durmadan kabarması [devletçi h.k.] dönemin sonunu getirmiştir.” (6)
1910’daki sosyal devrim niteliğiyle öne çıkan Meksika Devrimi, 1917 Anayasası’ında kabul edilen “sosyal kontratla”, burjuvazi, işçiler ve köylüler arasında tarihi bir consensus sağlar. Bu sosyal kontrat tanımı, ülkeninin neredeyse tüm modern tarihine damgasını vurmuş olan PRI (Kurumsal Devrimci Parti) iktidarı boyunca sürdürülür. Keza sosyal kontrat retoriğine, iktidardaki PRI’nin tüm başkanları ve hükümetleri, popülizmin ideolojik ve politik ayaklarını diri tutmak için sıklıkla başvurur. Buna karşı geliştirilen yeni sağın ideolojik ve politik programı da, mevcut “sosyal popülizmi” yadsıyarak, yerine “serbest piyasa popülizmini” ikame edecektir…
“Meksika büyük ve küçük burjuvazinin radikal ve ulusalcı kanadını temsil eden Cardenas’ın başkanlığı döneminde (1934 – 40), toprak reformu yapılarak toprak sahibi oligarşiya bir darbe indirilmesi, yabancı petrol şirketlerinin ulusallaştırılması, işçi sınıfının yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları ile desteklenmesi gibi reform adımları atılabilmiştir.
PRI’ın korporatist bir devlet partisi olmaya evrilmesi de bu döneme rastlar. Burjuvazinin tüm kanatları yanında işçi, köylü, ordu ve bürokrasinin de temsil edildiği parti, iktidar mücadelesinin verildiği, sınıfsal çıkarların çatıştığı temel arena haline gelir. Ama, 1970’e gelen süreç içinde sermaye birikimi ve sanayileşme sancıları arasında, daha önce de vurguladığımız gibi dengeler emek aleyhine sistemi sarsacak ölçüde bozulur.” (7)
[Roma] filminde, çocuğun gözünden aktarılan dönem, altmışlı yılların sonu ve yetmişli yılların başlangıcına denk geliyor. Dolayısıyla film, devletin “sosyal / kamucu” kimliğinin tükenmekte olduğunu, sonuna vardığını ifade ediyor. Lois Echeverria, 1970 – 76 dönemi, “paylaşımcı kalkınma” adıyla anılan bir dönemdir. PRI’nin korporatist söylemi canlı tutmaya çalıştığı dönemdir. Hükümet, tarihsel ve ideolojik anlamda sona yaklaşırken, “sosyal kontratı” bir kez daha yenileyerek güç toplamaya çalışır.
[Roma] filmi, “paylaşımcı kalkınma” propagandasının yoğun olarak işlendiği dönemin içinden geçiyor. Hikaye, kamusal hizmetlerin artırılacağı, gelir dağılımının daha adil düzenleneceği bir dönemi yanstımaya çalışıyor. Fakat, hükümetin kaynak bulmak ya da mevcut kaynakları değerlendirmek konusunda yeterli “basireti” yoktur. Sonuç, tarihsel ve ideolojik olarak, devletin “sosyal kimliği” budanacak, ekonomik ve toplumsal yapıdaki “sosyal kontrat” bozguna uğratılacaktır. Sendikalardan ve yoksul köylülerden yükselen muhalefet, özellikle büyük burjuvaziyi tedirgin eder. Sermaye sınıfında beliren bu tedirginlik, yeni sağın siyasi ve ideolojik temsilcilerini, aramaya, parlatmaya ve tercih etmeye kadar sürükler. Artık, IMF ve Dünya Bankası ile Meksika’daki yeni sağ programın temsilcileri, ülkenin ekonomi-politiğini neo-liberal düzlemde yeniden kurmaya çalışacaklar…
1982’de “sosyal kontratın” fesh edilmesi ve IMF programının kabul edilmesiyle, devletin korporatist / sosyal popülist dönemi son bulur. 1982 – 87 arasındaki iktidar, ücretleri, sosyal hakları budadı… Yoksulluk ve işsizlik bu dönemle birlikte daha da arttı… Kamu hizmetlerinin serbest piyasaya devriyle birlikte dış borç yükü artmaya devam etti…
Entre-parenthese:(Günümüz Meksika’sında yaşanan politik ve toplumsal değişimi kısa bir notla parantez içinde ifade etmek gerekirse; Lopez Obrador’un liderliğinde kurulan sol tandanslı parti MORENA (National Regeneration Movement), son seçimlerden %53 oy oranıyla birinci parti çıkarak, neredeyse 70 yıldır ülke yönetimine hakim olan PRI’nın iktidarına son verir… Bolivya’da siyasi bir darbeyle başkanlığı sonlandırılan Sosyalist Evo Morales, Obrador’un Meksikası’na sığınır(!)…)
Bir [Roma], Beş Meksika Eder!
[Roma] filmi, içinde taşıdığı elementlerle birlikte bir değil, beş adet Meksika anlatıyor. Farklı kollardan akarak bir deltada toplanan, bu çok sayıdaki Meksika’nın buluştuğu havza, filmin adıyla kendisini ifade eden, “[Roma] Deltası”dır. Film, taşlık bir yerde akan suyun hareketiyle başlar; evin avlusunu yıkamak üzere dökülen suyun, giderde toplanarak aktığı yer, [Roma] mahallesindeki evdir. Avluda akan su, yerdeki hareketin mekanını belli ettiği gibi, sudan yansıyan gökyüzündeki uçak imajı (zamandaki hareketi), dünyaya açılan pencereyi, evrenselliği yansıtıyor…
[Roma] mahallesindeki evde kesişen hayatlar, ortak tarihin ayrı hikayelerini anlatıyor. Her bir karakterin hikayesi, bir diğer kişinin hikayesiyle ilişkili gelişiyor. Birbirinden ayrı kişilerin, ayrı hikayeleri tek bir hikayenin konusu altında bir araya geliyor. İnsanların “yazgısı”, şehirlerin tarihiyle, şehirlerin tarihi ülkelerin tarihiyle ilişkili gelişiyor.
“Kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir: Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Kentler takas yerleridir, tıpkı bütün ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi, ama bu değiş-tokuşlar yalnızca ticari takaslar değil; kelime, arzu ve anı değiş-tokuşlarıdır.”(8)
Ülkeden şehirlere, şehirlerden mahallelere, oradan insan hayatlarına ve aynı şekilde aşağıdan yukarıya sarmal bir hareketle birbirini etkileyen bu ilişkiler, tarihin ve toplumsal dinamiklerin hareketiyle, yönünü ve biçimini belirliyor. [Roma] filmi, bu sarmal hareketin içinde yer alan hikayelerin öznelerini (ülkeden şehire, oradan insanlara) ortak bir tarihin akışı içinde ilişkilendirerek anlatıyor.
“Geometrik rasyonellik ile insan yaşamlarının iç içe geçmiş yumağı arasındaki gerilimi dile getirmek açısından bana daha geniş olanaklar sunan, daha karmaşık bir simge, kent simgesidir.”(9) Calvino’nun ekonomik-toplumsal-politik, ideolojik ve kültürel ilişkilerin bir araya geldiği ve bir alanda toplandığını belirttiği “kent simgesi” belirli bir bütünlüğü ifade ediyor. Aynı şekilde, [Roma] filminde bir araya gelen ve bir alanda toplanan ülkenin hikayesi de “Meksika simgesi” altında belirli bir bütünlüğü ifade ediyor.
“Bir [Roma], beş Meksika eder”, derken; Meksika simgesi altında buluşan ilişkileri ve çatışmaları bir arada görmeye çalışıyoruz. Tarihin hareket ivmesine göre, söz konusu ilişkilerin barındırdığı gerilimlerden ne tür yeni ilişkiler ve ne tür yeni durumlar / sonuçlar ortaya çıktığını görmeye çalışıyoruz.
I)- Özgün Meksika: Tarıma dayalı gelişen ekonomi, toprak beylerini zenginleştirirken, tarım emekçilerini ve yoksul köylüleri, her geçen gün daha çok yoksullaştırmaya ve adil olmayan bir hayata sürüklemektedir. Ekip biçecek toprak sahası kısıtlı olan köylüler, ellerindekini de kaybetmemek adına, uzun yıllar boyunca yaşanan adaletsizliklere ve yoğun sömürüye belirgin bir itirazda bulunmazlar. Topraksız köylü, yanısıra eğitim, sağlık, barınma, altyapı hizmetleri vb kamu hizmetlerinden mahrum bırakılarak, günümüze kadar yaşanan yoksunlukların tümüne göz yumarak / kaderine razı yaşayarak gelir.
Tarımdaki endüstrileşme ve sanayi kapitalizminin görece gelişmesi sonucunda, özellikle başkentte ve ABD ile sınırı olan eyaletlerde, sanayi ve hizmet iş kolunda gelişen istihdam imkanlarıyla birlikte, şehirlere göç eden emekçi nüfusun artmasına ve şehirlerde yeni yoksulların oluşmasına yol açtığını görüyoruz. Bu duruma bağlı olarak, bu kez şehir kapitalizminin üretim ilişkileri içinde, sömürü ve adaletsizliğin yerleştiğini görüyoruz. Tarımdaki makinalaşmanın sonucunda, köylerden şehirlere yaşanan emek göçü, bu hareketle sınırlı kalmaz. Bu kez, şehirlerdeki üretim süreçlerine dahil olamayanlar, ABD’deki iş ve para hayalinin peşinden sürüklenirler…
Cleo, özgün / gerçek Meksika’nın bir parçasıdır. Hala anadilini kullanmaya devam eden, köklerine ve geleneklerine bağlılığını koruyan, din ve gelenekler tarafından baskılanan, kırsal özlemleriyle mutlu olan, çocukluğu kayıp olan kadınlardan birisidir; şehir kapitalizminin hizmet emekçilerindendir.
Cleo, evin damında, elde çamaşırları yıkadığı sırada, oyun oynayan çocukların arasında kalır… Çocuklardan biri, damda sırt üstü yatar ve öldüğünü söyler… Kontrol amacıyla çocuğun yanına gelen Cleo, aynı yere, çocuğun yanına uzanır. Çocuk da bunun üzerine, “ölü olmak nedir(?)” diye sorar. Çocuğun yanında sırt üstü uzanmış, gökyüzünü seyreden Cleo, “ölü olmak, dinlenmektir(!)” der.
Kendi toprağında geçinemeyen, şehirlerdeki iş imkanlarıyla yoksulluğu gideremediği gibi, hiç bir şekilde de azaltamayan Cleo, Adela (evdeki aşçı) ve diğer “kent yoksulları”nın geleceği, ülkenin geleceğiyle doğrudan ilişkilidir. Sürekli karnını doyuracak ve güvenli yaşayacak bir yer arayan emekçiler için; gerçek Meksika, bir refah ülkesi değildir…
Özgün / gerçek Meksika, çocukluğu, çalışma zorunluluğu içinde kaybolan Cleo gibi emekçilerden ibarettir…
II)- İktidarın Meksikası: İktidarların güncel ekonomik ve politik ihtiyaçlarına uygun olarak yönlendirilen toplumun Meksikası’dır. Konjonktürün etkilediği ve iktidardaki sınıfın çıkarlarıyla örtüşecek şekilde donatılan toplumun Meksikası’dır. Sağcı ve sermayeden yanadır. ABD işbirlikçisidir. Otoriter / totaliter devlet yanlısıdır. İktidara veya sermayeye ters düşenin, muhalefet edenin sesini kısacak, baskılayacak, hatta öldürecek kadar eli kanlı ve suçlu bir Meksika’dır. Katil, hırsız ve yalancıdır!..
İktidarın Meksikası, “talihsiz” Cleo’nun flörtü Fermin’in coğrafyasıdır.
ABD’nin yani Beyaz Saray’ın, Amerika Kıtasının güney coğrafyası için biçtiği emperyal politikaların simgesidir; Fermin… Fermin’in temsil ettiği iktidarın Meksikası, Beyaz Saray’ın Meksikası’dır. Eğitimsiz, işsiz, geleceği sağ iktidarların geleceğine bağlı, ezik ve sermaye sınıfının pis ve canice işlerine hizmet eden, “aşağılık ruhluların” coğrafyasıdır; İktidarın Meksikası. Cleo’nun hizmetçiliğini küçümseyen Fermin, Beyaz Saray Meksikası’nın, kibirle boyanmış, zayıf ve “aşağılık ruhluların” uşağıdır!..
Filmde iktidarın Meksikası’nı anlatan iki köye ait fotoğraf vardır. Birinci köy, Cleo’nun Fermin’i bulmaya gittiği köydür; doğru dürüst yolu olmayan, var olan yolların da balçığa dönüştüğü bir köydür burası. Derme çatma barakalarda yaşayan köylülerin yoksul ve aç oldukları, toprağın kuraklığından ve tozlu havanın kavuruculuğundan anlaşılıyor. 1969 Aya Seyahat’in popüler göstergesi olarak, kafasındaki su kovasını astronot başlığı gibi kullanan ve ayda yürüyormuş gibi yapan bir ufaklık; hayallerin yaşanan zamana yakın, fakat nesnelliğin yaşanan zamana epey uzak olduğunu gösteriyor… Yine bu köyde, boş bir araziye toplanan yüzlerce genç erkeğin, uzakdoğu sporları eğitimi aldığını, dövüş dersleriyle yetiştirildiğini görüyoruz. Köylülerin bu eğitimleri yakında yapılacak olan olimpiyatlara hazırlık olarak algıladığını anlıyoruz. Bu genç erkeklere, popüler “yaşam koçu” olan Profesör Zovek tarafından, sağlık – güç – inanç dolu bir eğitim verilirken; zihin ve beden uyumunu belirli bir amaç doğrultusunda birleştiren, güçlü bir iradenin üretilmesi gerektiğini öğreniyoruz… Kısacası, bu köyde, sağ iktidarların hem “temiz” hem de “pis” işlerini yapacak “uşakların” yetiştirildiğini görüyoruz…
İkinci köy; Cleo’nun çalıştığı ailenin arkadaş çevresine ait, şato misali bir evin bulunduğu köydür. İngilizce konuşan kişilerin de olduğu bu “soylu” ailenin, uçsuz bucaksız ekili toprakları bulunuyor. Lüks, konfor ve bolluk içinde yaşadığı anlaşılan şato sahiplerinin, toprak aristokrasisinden gelip ve dönemin ziraat kapitalistlerine evrildikleri anlaşılıyor. Bol yiyecek, bol eğlence, bol kahkaha, her şeyin bolca var olduğu bu şatoda; bu kez, Aya Seyahat’in bir diğer popüler göstergesine tanık oluruz; tam teşekküllü astronot kıyafeti giymiş bir ufaklık, “bereketli topraklar” üzerinde ay yürüyüşü yapıyor…
İki köy arasında, sadece Ayda Seyahat hayalleri kuran zengin ve yoksul çocukların farkları yoktur. İktidarın Meksikası’nda, toprak ve sanayi burjuvazisi için nimetler bol bol sunulurken, Fermin gibi; işsiz, eğitimsiz ve aç karınlar için, “ruh ve beden” uyumu içeren, ideolojik ve kültürel propaganda karavanası pişiriliyor…
III)- Burjuva Meksikası: Soğuk Savaş dünyasının mahsülü, çok sayıda coğrafyada gelişen toplumsal muhalefet, anti-otoriter, anti-militarist, özgürlükçü ve barışçı özlemleri canlandırmış ve mevcut muhafazakar iktidarlara karşı protesto dinamiklerini hayata geçirmişti…
İki kutuplu dünyanın hegemonyası altında gelişen / çatışan sınıfsal ilişkiler, yeni toplumsal muhalefet dinamikleri şekillendiriyor. Kapitalist üretim koşulları içinde, emek-sermaye çelişkisi yanında, alt-çelişkiler olarak tarif edilen; kadın-erkek, doğa-birey, savaş-barış, siyah ırk-beyaz ırk, doğu-batı vb başlıklar altında yeni gruplaşmalar, yeni kimlikler ve yeni politik – örgütsel yapılar oluşur. Sınıflar arası mücadelenin başlıkları bu dönemde artar ve çeşitlenir. Gelişmiş ya da az gelişmiş kapitalist ülkelerin, okumuş, şehirli, sabit iş ve düzenli gelir sahibi olan, görece konforlu yaşayan, modern yaşam olanaklarından faydalanan, sağlık, eğitim ve barınma güvencesi yerinde olan “muhalif kimliklerdir” bunlar…
[Roma] filminde, toprak aristokrasisinden ziraat / sanayi kapitalizmine evrilmiş ailelerin çocukları, özgürlükçü kuşağın küçük-burjuvalarıdır. Burjuva Meksikası, daha çok bu tür ailelerin çocuklarını temsil eder. İktidarların, tarihsel (sınıfsal) çıkarlarına göre kimi zaman özgürlükçü kimi zaman tutucu olan Burjuva Meksikası; sol muhalefetin etkili olduğu koşullarda özgürlükçü, barışsever ve demokrattır. Sağ iktidarın baskın olduğu koşullarda ise sadece sessiz ve seyircidir(!)
[Roma] filminde, anne ve baba, Burjuva Meksikası’nın sol tandanslı kimlikleridir. Baba, kişisel özgürlüğünü büyük ailesini terk ederek yaşar. Anne ise, kadın kimliğini kocasından ayrıldıktan sonra keşfeder, özgürleşir…
Cleo’nun hamileliği süresince desteğini esirgemeyen aile, sevgi ve emek dayanışması gösterir. “Cleo’nun Meksikası” ile “Burjuva Meksikası”, Fermin’in babası olduğu çocuğun adeta yaşamaması için, örtük bir işbirliğine gitmiş gibidir; “Fermin’in Meksikasına” ait çocuğun doğumunu istemediğini itiraf eden Cleo, bu tutumuyla, İktidarın Meksikası’na güçlü bir itiraz dile getirir(!)
IV)- Düşler Meksikası: Birinci ve ikinci sıradaki Meksika’nın dışında, üçüncü sıradaki Meksika’nın özlemlerinden türetilmiş, Roma adıyla anılan bir mahalle “düşlenir”. Roma düşü, başka bir Meksika arzular… Kurgusal-yapıntı, düşsel-imitasyon, imtiyazlı, konforlu, seçkin ve banal “düşlerin mekanı(!)”dır; Düşler Meksikası…
ABD’deki seçkin banliyölerden esinlenerek geliştirilmiş, fakat Meksika imkanlarıyla ancak bu kadar olabilen; bahçesi bulunmayan, evdeki hayatın uzantısı olarak evin damı bile kullanılan, avlu-garaj-köpek kulubesi kompleksi bir arada olan, uşağı, aşçısı, şoförü bulunan, çocukların ancak evlerde zaman geçirebildikleri Düşler Meksikası’dır burası…
Şehirli burjuvaziye göre, yüksek refah düzeyinin bir yansıması olarak kurgulanan bu şehir mekanında, sağlık, okul, ulaşım ve sosyo-kültürel imtiyazlarıyla, Roma’da yaşayan Meksika’nın “şanslı” çocuklarına, özgür ve güvenli bir gelecek hazırlamak amaçlanır… Düşler Meksikası, ne Cleo’nun ne Fermin’in ne de anne ile babanın içinde doğup büyüdüğü bir Meksika olmayacaktır(!) “Roma Çocukları”, yerel olandan uzaklaşıp evrenselliğe kavuştukça, Düşler Meksikası’nı adım adım inşa edeceklerdir…
Arada bir caddesinden askeri bandonun marşlar çalarak geçtiği Roma mahallesinde, Meksika içinde “Düşler Meksikası” oluşturmak, beraberinde sık sık zıtlıklar meydana getirecektir. Hayaller ve hayal kırıklıkları Roma’da yaşayanların yakasından düşmez… Ailenin ve çocukların karşılaştıkları olaylar, “düşler ve gerçekler” arasında sık sık yaşanan tutarsızlıklar, hem aile içinde hem de ülke topraklarında yaşanacak olan krizlerin habercisidir. Çünkü, düşlenen Meksika ile iktidarların sınıfsal çıkarlarına göre yönlendirilen Meksika arasında sürekli bir kopukluk yaşanmaktadtır… Zira, ilki düşsel olandır, diğeri güncel ve pragmatik olandır…
Düşler Meksikası’nın çocukları, yaşananlara tanık oldukça, Meksika’nın Roma’dan ibaret olmadığını anlamak durumunda kalırlar; Cleo’nun hamileliği, Fermin’i ve İktidarın Meksikası’nı tanımaları için önemli bir olaydır… Babanın evi terk edişiyle birlikte, aile dramları yaşayacak olan çocuklar, özgüven sorunları duyacak ve babanın olmadığı bir evde, kadın kimliğine sarılan bir annenin olduğunu görecekler… Denizde boğulma tehlikesi geçiren çocukları ölümden kurtaran Cleo’nun varlığıyla, sevgi ve emekle yoğrulmuş bir dayanışmanın önemini kavrayacaklar… Aslolan şeyin, Düşler Meksikası’nda, Roma mahallesinde yaşamak olmadığını, sevgi ve emekle yoğrulmuş bir dayanışmanın var olduğu “gerçek hayatın içinde” yaşamanın daha önemli olduğunu öğrenecekler…
V)- Borras’ın Meksikası: Sınıflandırılan Meksika’ların tümünü içinde barındıran, bir evin garaj avlusuna kapatılan, tasmasız dışarıya çıkmasına izin verilmeyen, özgürlüğü tadamamış, önüne konan yemeklerle yetinen, başkalarının bakımına muhtaç ve bağımlı olan Borras’ın Meksikası, evdeki köpeğin temsil ettiği Meksika’dır.
Filmdeki diğer karakterler kadar yeri ve önemi olan Borras, filmin hikayesinde görünen ve etkili olan unsurdur; Cleo’nun özellikle ilgilendiği köpek, nedense tüm hikaye boyunca, evin garaj avlusundadır, kakasını sürekli buraya yapar, Baba dışında kakasından şikayetçi olan yoktur; hatta Baba, anneyi terk ederken, sadece Borras’ın kakasından yakınır(!?)…
Düşler Meksikası’nın her sabah “içine eden” Borras, adı geçen diğer Meksika’ların hiç birini boş geçmez!?..
Öğrenci protestoları sırasında iktidarın katliama varan şiddeti… Fermin’in varlığı ve temsil ettiği her şey… Anneyi terk eden Baba… Ailenin, çocukların, annenin ve elbette Cleo’nun kapandığı ev hali… Cleo’nun hamileliği ve ölü doğum yapması… Ve tüm bunlarla ilişkili bağımlılık, esaret, korku, şiddet, teslimiyet vb insanlık durumlarına dair her şeyi anlatan Borras’ın Meksikası…
Her halükarda yine bir sonuç:
Marco Polo, Kubilay Han’a bir konuşmasında şunu söyler; “Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir; cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli; sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”(10)
Cleo’nun çocukları denizde boğulmaktan kurtarması sonucunda yaşanan duygusal kenetlenme, Babasız kalmış bir ailenin, annenin ve çocukların, Cleo’nun etrafında sevgi ve emek yumağı oluşturması, yeni bir dayanışmanın göstergesi olur. Cleo, bu dayanışmanın verdiği güvenle, hamile kaldığı çocuğu doğurmak istemediğini söyler; kaderine razı gelmediğini ifade eder. Cleo, “cehennemin” ortasında ikinci yolu seçer; “cehennemi” yaşatmayacak olan dayanışma, sevgi ve emek yolunu tercih eder…
Her sabah yaptığı gibi, yine Borras’ın kakalarını temizledikten sonra, evin damında çamaşırları yıkarken, çocukların oyununa katılan Cleo, damda sırt üstü yatıp, gökyüzünü izlediği sırada, “dinlenmek, ancak insanın ölümüyle gerçekleşir” diyordu…
Cleo, filmin hikayesi boyunca dinlenmeyip, durmadan çalışarak, öğrenir; Meksika’yı ve diğer Meksikaları tanır, kadın kimliği hakkında gözlemleri olur, Fermin’i ve Fermin’in temsil ettiklerini reddeder, “doğurmak” istemez… Profesör Zovek’in, zihin ve beden enerjisini yaratıcı bir iradede birleştiren tek karakterdir; Zovek’in tek ayak üzerinde durarak zihinsel yoğunlaşma hareketini kimse yapamazken, sadece Cleo bu duruşu başarır(!) Filmin anlatıcısı, Onu bu başarıyla ödüllendirmemizi ister… Zira, [Roma] filmi, Cleo’nun aydınlanması ve görece özgür irade kazanması hakkında gelişen bir hikayedir… Filmin bitiminde, Cleo, evin dama çıkan basamaklarını tek tek adımlayarak, gökyüzünden geçen uçakla birlikte damda kaybolur..
*Bu yazı YENİ FİLM Dergisi 2021/ 50-51 s. 122’de yayınlanmıştır.
Notlar:
1)- Karl Marx, “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i”, çev: Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara – 1990, syf. 13.
2)- Karl Marx – Freidrich Engels, “Kutsal Aile”, çev: Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara – 1990.
3)- Neil Faulkner, “Marksist Dünya Tarihi”, çev: Tuncel Öncel, Yordam Kitap, İstanbul – 2012, syf 358-359.
4)- a. g. e. syf. 359.
5)- a. g. e. syf. 359 -360.
6)- Hayri Kozanoğlu, “Meksika’da Kriz”, Birikim Dergi, sayı: 75 Temmuz 1995 (https://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/2756/meksika-da-kriz#.XeFig4MzZdh)
7)- a. g. m. (https://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/2756/meksika-da-kriz#.XeFig4MzZdh)
8)- Italo Calvino, “Görünmez Kentler”, çev: Işıl Saatçıoğlu, YKY İstanbul – Mart 2014, syf. 13.
9)- a. g. e. syf. 15.
10)- a. g. e. syf. 204.