Bir Eser Nasıl Okunmalı ve Değerlendirilmeli – I



Yazar: Zeynep Bozoğlu

Eserleri değerlendirmek ve eleştirmek için kuşkusuz ki sanatın tarihsel akışı içinde birçok yol, yöntem ve kuram öne sürüldü. Bu kuramlardan kimi eserin kendisine kimi yazarın ya da sanatçının yaşam öyküsüne kimi eserin üretildiği/yazıldığı dönemin tarihsel ve toplumsal koşullarına kimi de eserdeki dini, siyasal ya da ahlaksal bildirimleri dikkate almaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde dört farklı yaklaşım biçimi olduğu görülmektedir; a-) Biçimci yaklaşımlar b-) Anlatımcı yaklaşımlar c-) Yansıtmacı yaklaşımlar d-) İşlevselci yaklaşımlar.

 

Biçimci yaklaşımlar; sanat eserini diğer yapıtlardan ayıran özellikleri, sanatçının kendisinde, dış dünyada, okurda ya da izleyicide değil bizzat kendi içinde, kapalı bir sistem olarak eserin kendi düzeninde aramaya ve bulmaya çalışır. Örneğin edebiyattaki Rus Biçimciliği, Fransız Yeni Eleştiricilik ve Yapısalcılık biçimci akımlar arasında sayılır. Biçimci bir eseri değerlendirmek ya da eleştirmek için yalnızca eserin kendisinde, kendi renklerinin, tonlarının, biçimlerinin, ölçülerinin vb. armonik yapısının düzeni dikkate alınmalıdır.

 

Anlatımcı yaklaşımlar; sanatçının ya da yazarın yaşam öyküsüne odaklanır. İzleyici ya da okur, eser sayesinde sanatçının duyarlılığını, inceliğini, bakış açısını, zengin dünyasını deneyimler. Yanı sıra, yaşama ve dünyaya farklı bir bakış sunan, üstün erdemleri olan bir insanın gözleri ve duyarlılığıyla hayata bakabilme olanağı sunulur.

 

Yansıtmacı yaklaşımlar; eserleri değerlendirmek için insanı, yaşamı, dünyayı, eserin üretildiği/yazıldığı döneme dair bazı gerçekleri yansıtmak, bu gerçekleri belgelemek ve böylelikle geleceğe taşımak gibi vasıfları bulunur. Bu tür eserler, insanlara öğrettikleri ve yol gösterdikleri bu gerçeklikten dolayı değerlidir. Yansıtmacı ve Anlatımcı anlayışın ortak yanı ise sanata sanat olarak bakmak yerine dikkatleri başka yöne çevirmeleridir; hayata, toplumsal ilişkilere, tarihsel olgulara ve bunlarla birlikte bireyin yaşadıklarına bakabilmeyi önemserler…

 

İşlevselci yaklaşımlar; Aristo’nun görüşüyle bakılırsa, eser öğretici veya eğitici olmalıdır; işlevi böyle tanımlar… Eserin yaratıcısı, taraf tutmalı mı, inandığı belirli bir doğrunun propagandasını mı yapmalı? Yoksa tanık olduğu gerçekliği herhangi bir doğrunun çerçevesine sıkıştırmadan, olduğu gibi mi yansıtmalı? Eserin işlevi ne olmalı? Eser bir propaganda aracı mı yoksa sanatsal bir yorumun ürünü mü?

İşlevselci yaklaşımlar; bireysel (öznel) anlatım biçimi / ulusal (yerel-geleneksel-dini) anlatım biçimi / küresel (evrensel) anlatım biçimi, altında sınıflandırılabilir. Bu anlamda, sanat eseri, ya yaratıcısının özel anlatımlarına aracılık eder ya da daha genel anlamda iktidarların, statükonun, normların anlatımına aracılık eder.

 

Temel Estetik Kuramları

  • Realist Kuramlar; yansıtmacı-betimleyici-mimesis.
  • Formalist Kuramlar; biçimci-yapısalcı.
  • Ekspresyonist Kuramlar; anlatımcı-ifadeci-dışavurumcu.
  • Fonksiyonelci Kuramlar; işlevselci-fonksiyonel-utilitarist.

 

Genel olarak bakıldığında Realist Kuramlar ve bu kurama dayalı eserler ya da sanat anlayışları, eserin, doğada bulunan nesnelerin, doğrudan ya da temsili olarak betimlenmesi, yansıtılması anlayışına dayanır. Sanat tarihine bakıldığında birçok sanatçının, sanat akımının bu anlayışı benimsediği ve uyguladığı görülmektedir. Bu realist yaklaşımların, kimi zaman konu olan nesnenin birebir yansıtılması şeklinde kimi zaman da idealizasyon ya da kısmi stilizasyon içeren yorumlar yapılarak eserler üretilmiştir. Örneğin; hem Klasik Yunan heykelleri hem de Rönesans dönemi sanat çalışmalarında idealizasyona dayalı realist bir anlayış hakim olmaktadır. Realist sanat anlayışı bunlarla sınırlı kalmamış ve 19. yüzyıl Avrupası’nda bu anlamda türetilen Realizm isimli sanat akımı da ortaya çıkmıştır.

 

Formalist kuramlarda; sanatçılar ve sanat akımları, eseri oluşturan yapısal öğelerin ve biçimlerin birbirleriyle ilgili olan ilişkileri üzerine yoğunlaşmışlardır. Eserin kendi içinde tutarlı biçimsel uygunluğu hedef alınmıştır. Formalist yaklaşımı benimseyenler, tarihi, toplumu, alımlayıcıyı, sanatçısını değil, bizzat eserin kendisini hedef alırlar. O nedenle eserin içeriği ikinci plana atılır. Sanat tarihine bakıldığında Klasik Yunan ve Rönesans gibi belli bazı dönemlerde, skolastik, kendi içinde matematiksel bir mükemmeliyetçilik benimseyen formalist anlayışlar görülmektedir.

 

Klasik Yunan ve Rönesans dönemi sanat anlayışlarında, hem realist hem de formalist bir anlayışın birlikte görülmesi çelişki değil bir zenginlik olarak değerlendirilmelidir. Altın oranın ortaya çıkışı ve kullanımının yanı sıra, geometrinin de eserlerin yorumlanmasında kullanılması, böylesi bir formalist anlayışı ifade etmektedir. Aynı zamanda bu formalist anlayış, tıpkı Kübizm’de olduğu gibi realist anlayışın tamamıyla terk edildiği, sadece formların biçimsel ilişkileri üzerine kurulan bir anlatım biçiminde de ortaya çıkabilmektedir.

 

Ekspresyonist kuramlar; sanatçının kendisi ve eserlerine yaklaşımında öznel tercihleri ağır basmaktadır. Bazen içeriği ön plana çıkaran bazen de duyguya ağırlık veren bir anlayış benimsenmektedir. Burada biçimsel mükemmeliyetçilikten ziyade sanatçı anlatmak istediğini en iyi nasıl ifade ediyorsa ona baş vurur. Bunu yaparken de kimi zaman biçimini kimi zaman da nesnenin temsilini hiç önemsemeyebilir.

 

Fonksiyonelci kuramlar; bazı dönemlerde sanatçılar estetik bir yaklaşım içinde yer almayıp, daha farklı amaçlara hizmet eden bir anlayışı benimsemiş ve eserlerini bu doğrultuda üretmişlerdir. Örneğin Ortaçağ Avrupası?nda pek çok sanatçı, birçok dinsel sahneyi eserlerinde betimlemişlerdir. Bunun sebebi, kilisenin dinsel bir iktidar olmasının yanı sıra, siyasi ve sosyolojik olarak da etkili bir güç olmasıydı. O dönemde, kilise bilim ve sanat üzerinde gücünü fazlasıyla göstermekteydi. Kilisenin bu gücü sürdürebilmesi için halkın üzerindeki etkisini arttırması gerekiyordu. O nedenle Hristiyanlık propagandası yapan resim ve heykellerin yapılması, ressam ve heykeltraşların asıl göreviydi.

 

Benzeri bir yaklaşımı 1917 yılında Bolşevik Devrimi ile Rusya’da iktidar olan komünist rejim de sanat üzerinde ciddi belirleyici bir rol üstlendi. Sosyalist iktidarın gücünü anlatan, emekçi sınıfının ezilmişliğini ve emekçilerin kurtarıcısının proletarya (işçi sınıfı) iktidarı olduğunu betimleyen dev boyutlarda heykeller ve duvar resimleri yapılmıştır. Elbette bunlar çoğu zaman devlet baskısı ile yapılmışlardı.

 

Sonuç olarak

Şunu anlıyoruz ki, sözünü ettiğimiz her bir akım, içinden geçtiği dönemin hakim anlayışları, gelenekleri, kurumları, yönetimleri, iktidarları ya da inançlarıyla karşı karşıya gelmiş, çatışmalar ve çelişkiler yaşayarak, her bir akım kendi kimliğini oluşturmuştur. Bu karşıtlık hali, kendi özgürlüğünü arayan ve kendi özgünlüğünü yaratmak isteyen her bir özne için başlangıç ya da bir hareket noktasıdır. Birbirinden farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda ortaya çıkan ve gelişen bu akımları hala özgün, değerli, öğretici, konuşulur ve tartışılır kılan da bu özgürlük ve özgünlüğü kazandıran karşıtlıktır.

 

Bugün, şu zamanda eksikliğini veya yokluğunu hissettiğimiz şey de budur; özgürlüğü ve özgünlüğü yaratmayan karşıtlıklardır. İkilemi yanlış okuyanlar da olabilir; çünkü, karşıtlık olmadan özgürlük, özgürlük olmadan karşıtlık gerçekleşebilir duruşlar değildir.

 

Bugün, özgürlük ve karşıtlık bütünlüğü oluşturulamadığı için; kişisel zevkler, beğeniler abartıldığı için; bireysel egolar okşansın diye, başarı, gösteriş, şöhret önemsendiği için; konformist, elitist ve hedonist yaşam biçimleri tercih edildiği için… Kendi tarihine ve toplumuna yabancılaşma yaşandığı için… Kendi içine kapanık, aynı şeyleri konuşan, aynı şeyleri giyinen, aynı şeylerden hoşlanan mikro-cemaatler içinde izole hayatlar yaşandığı için… Karşıtlıklar üzerine kurulu çatışmalardan kaçınıldığı için… Doğaya ve insana yakışır, insan ve doğayla bileşik gelişen en güzel hayatları organize etme sorumluluğundan kaçınıldığı için…

 

Dolayısıyla, artık bugün, yaşadığımız şu zaman içinde, bilim, felsefe, sanat ve diğer ilgili başlıklar altında, bütünlüklü bir çerçevesi olan kavram, kuram ya da akımlara rastlamıyoruz. Ve şu tercihle karşı karşıyayız; iradenin iyimserliği aklın kötümserliği! Yaşadığımız zamanın ya da tarihin içinde yalnız olduğumuzu bilsek dahi; aklın kötümserliği), karşıtlıklardan vazgeçmeyip özgürlüğümüze ve özgün oluşumuza; iradenin iyimserliği) değer vererek üretmeye devam etmeliyiz…

 

Kaynakça:

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, iletişim Yayınları, 2014, İstanbul.

Görsel: Vermeer, Balkonda.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir